Saltanat ve İntihar Arzusu: Bir Sultan’ın İçsel Yolculuğu

Osmanlı padişahlarının büyük zaferlerle tarihe damgasını vurdukları dönemlerde, bazen içsel bir boşluk ve dünyadan el çekme arayışı da hissedilirdi. Bir padişahın saltanat yükü ve cihan kavgası içindeki ruh halini derinlemesine yansıtan bu sözler, devletin her türlü zorluk ve çalkantısından sonra bir inziva ve huzur arzusunun ifadesi olmuştur.

Bu satırlarda, saltanatın insanı yüceltmekten çok, zamanla ona bir yük ve gereksiz bir ihtişam olarak göründüğü anlatılmaktadır. “Ehl-i tecridin külahı tac-ı istiğnasıdır, Saltanat dedikleri ancak cihan gavgasıdır” sözleri, saltanatın bir illüzyon olduğunu, gerçek huzurun ise basitlik ve içsel sükunette bulunduğunu ifade eder. Hükümetin gerekliliği ve devletin yönetilmesinin ağırlığı, bir noktada padişahı öyle bir hale sokar ki, saltanattan el çekmek ve sıradan bir hayat yaşamak arzusu doğar.

Fazilet ve Rahman’a sığınmak, dünyadan el çekmek, ahiret için dua etmek ve nefisle cihad etmek gibi ideallerin vurgulandığı bu düşünceler, saltanatın sonlu ve geçici olduğunu kavramış bir liderin içsel huzura yönelme arzusunu gösterir. Bu huzuru, evlatlarını tahta çıkarmak gibi bir görev bilinciyle gerçekleştirme kararı alırken, aynı zamanda geçici olan dünya hayatına dair tüm bağlarını koparma isteği de vardır.

Özellikle “Millet ve mülkün başına getirmek” gibi bir vasiyetle, oğlu Mehmed Han’ı başa getirme düşüncesi, saltanatın bir geçiş noktası olduğunun, gerçek gücün ise bir insanın içsel dinginliğinde olduğunun bir ifadesidir.