Kuran’ı Kerim

  1. Kur’ân-ı Kerîm: Allah’ın Kelâmıdır

Kur’ân-ı Kerîm, eksiklik ve fazlalıktan uzak, olduğu gibi korunmuş bir vahiydir. Allah, onu Resûlü Muhammed (s.a.v.)’e Cebrail (a.s.) aracılığıyla Arapça indirmiştir. Kur’ân, tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen Resûl’ün mesajıdır. Onunla birlikte, önceki dinlerin hükümleri geçersiz kılınmış ve Kur’ân, akıl sahiplerinin kıyamete kadar uyması gereken tek kitap olmuştur. İslam hukuku da Kur’ân’ın ilk ve değişmez kaynağıdır. Kur’ân’daki hükümler, insanların Allah’a ve birbirlerine karşı sorumluluklarını belirleyen ilahi kanunlardır.

Kur’ân-ı Kerîm, tüm insanları inkârcılıktan ve sapıklıktan arınmaya, yalnızca Allah’a iman etmeye ve O’na kulluk etmeye çağırır. Allah’ın varlığını ve birliğini açık delillerle ortaya koyar. Akıl, insanı hem kendi varlığı hem de etrafındaki evren hakkında düşünmeye sevk eder, sonunda her şeyin yaratıcısı olan Allah’a iman etmeye davet eder.

Kur’ân, her düzeydeki insana hitap edebilen ilahi bir kitaptır. İnsanlar beşeri sistemlerle birbirlerini yıkarken, Kur’ân’ın ilahi kaynağından beslenen sistemi, dünya ve ahiret saadeti için her zaman devam edecektir. Kur’ân’a sıkı sıkıya sarılanlar, tüm kötülüklerden arınacak ve kurtulacaktır.

Kur’ân, insanı sadece bireysel olarak değil, aynı zamanda aile, toplum, ahlâk, sosyal hayat ve kültür bağlamında değerlendirir. Bunun yanında, insan hayatını etkileyen maddi ve manevi faktörlere de büyük önem verir.

İslam dini, bütün yaşam gücünü Kur’ân’dan alır. Müslümanlar, hem inanç hem de ahlâkî ilişkilerde izlemeleri gereken yolu Kur’ân’dan öğrenirler. Kur’ân, bireysel ve toplumsal hayat için gerekli prensipleri içerir.

Yüce Allah, “Bizim sana indirdiğimiz bu Kitap onlara yetmiyor mu? O, inanan bir toplum için büyük bir rahmet ve öğüttür” (29/51) diyerek Kur’ân’ın her konuda yeterli olduğunu belirtir. Ayrıca, Kur’ân üzerinde düşünüp ders almayı emreder: “Kur’ân üzerinde düşünmezler mi, yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi vardır?” (47/24).

Kur’ân’ı yalnızca evde veya mezarlarda okumak, ya da süslü kılıflarla duvarlara asmak, insanları sorumluluktan kurtarmaz. Kur’ân’da, “Biz, Kur’ân’ı ayetlerini düşünsünler, akıl sahipleri de ibret alsınlar diye indirdik” (38/29) denir. Kur’ân, her bir müslümanın hayatında büyük öneme sahiptir. Bu yüzden Arapça bilmeyenler de güvenilir meallerden Kur’ân’ı mutlaka okumalıdır.

  1. Kur’ân-ı Kerîm’in Tercümesi ve Kendi Lafzıyla Okunması

Kur’ân-ı Kerîm, Peygamber Efendimiz aracılığıyla tüm insanlara tebliğ edilmek üzere indirilmiştir. Allah, Resûlü’ne, “Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tam olarak tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun” (5/67) buyurmuştur. Peygamber Efendisi’nin mesajı evrenseldir ve bu yüzden Kur’ân’ın farklı dillere çevrilmesi gerekmiştir. Ancak Hanefi uleması, Kur’ân’ın tercümesinin asla Kur’ân’ın yerini tutamayacağını, yalnızca bir meal olabileceğini belirtmiştir.

İzmirli İsmail Hakkı, “Kur’ân-ı Mübîn’i tercüme etmek caizdir, bunda hiçbir şüphe yoktur” demektedir. Mahmud Es’ad Efendi de Kur’ân’ın mealen tercüme edilebileceğini, ancak namazda sadece Arapça okunması gerektiğini ifade etmiştir. Bu durum, Kur’ân’ı anlamak isteyenler için mealin önemli olduğunu, fakat ibadetlerde Kur’ân’ın asıl dilinin okunması gerektiğini gösterir.

Kur’ân’ın sadece manasıyla değil, lafzıyla da Kur’ân olduğunu unutmamalıdır. Mealen okunabilir, fakat namazda Kur’ân’ın orijinal Arapçası okunmalıdır.

  1. Kur’ân-ı Kerîm’in Eşsizliği (İ’câzı)

Kur’ân-ı Kerîm, hem lafız hem anlam açısından Allah’a ait, ilahi bir üslûba sahiptir. Bu nedenle, ne Araplar ne de başka milletler onun bir benzerini getirebilmişlerdir. Kur’ân, “Onlar, onu uydurduğunu mu söylüyorlar? Hayır, onlar iman etmiyorlar. Eğer doğru söylüyorlarsa, onun gibi bir söz getirsinler” (52/33-34) diyerek, onu küçümseyenlere karşı meydan okur.

Kur’ân, Hûd sûresinde insanları, benzerini getirmeye çağırmıştır. Bakara sûresi 23. âyette ise, “Eğer (Muhammed’e) indirdiğimiz Kur’ân’dan şüphe ediyorsanız, bir benzerini getirin. Eğer iddianızda samimi iseniz, Allah’tan başka yardımcılarınızı da çağırın” diyerek büyük bir meydan okuma yapmıştır. Ancak, hemen ardından gelen âyette, “Eğer bunu yapamazsanız, ki asla yapamayacaksınız; yakıtı insanlar ve taşlar olan, kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının” diyerek onların çaresizliğini ve sonlarını açıkça ortaya koymuştur.

Kur’ân, sadece edebi değil, ilmî, ahlâkî ve sosyal açıdan da derin bir mucize kitaptır. Zamanla bilimsel ve teknolojik gelişmeler, sadece onun daha iyi anlaşılmasına ve tefsirine katkı sağlayacaktır.

  1. Kur’ân-ı Kerîm’in Nüzûlü ve Tespit Şekli

Kur’ân, 610 yılında, Hz. Peygamber’in 40 yaşında iken, Ramazan ayında Cebrail (a.s.) tarafından indirilmeye başlanmış ve 22 yıl 2 ay 22 günde tamamlanmıştır. Kur’ân’ın peyderpey indirilmesinin hikmetleri arasında, hem ezberlenmesi ve yayılması kolaylaşmış hem de yeni iman etmiş kişilere ağır gelmemiştir. Allah, “Biz Kur’ân’ı ağır ağır (sindire sindire) okuman için ayetler halinde indirdik” (17/106) diyerek bu hikmeti açıklamaktadır.

Kur’ân’ın tespiti, her inen âyetin, Peygamberimiz’in huzurunda yazılması ve sahabenin hafızalarıyla doğrulanmasıyla yapılmıştır. Hz. Cebrail, her Ramazan’da Peygamberimiz’le karşılaştırma yaparak Kur’ân’ın doğruluğunu sağlamıştır.

  1. Kur’ân-ı Kerîm’in Kitap Halinde Toplanması

Hz. Peygamber’in vefatından sonra, Hz. Ebû Bekir döneminde Yemâme Savaşı’nda 70 kadar hâfızın şehit olması üzerine, Kur’ân’ın yazılı hâlde toplanması kararı alınmıştır. Zeyd b. Sâbit’in başkanlığında, mevcut nüshalar toplanarak bir araya getirilmiş ve Kur’ân bir kitap hâlinde toplanmıştır. Bu Mushaf, Hz. Ömer döneminde ve daha sonra Hz. Osman zamanında çoğaltılarak İslam dünyasına dağıtılmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm, diğer ilahi kitaplardan farklı olarak, zaman içinde eksiksiz bir şekilde toplanmış ve her yönüyle korunmuştur.