Süryanilik nedir?

Süryani Kilisesi, kurulduğu ilk dönemlerde coğrafi olarak iki ana kola ayrılmıştır: Doğu Kilisesi ve Batı Kilisesi. Süryaniler, Pers İmparatorluğu sınırları içinde yaşayanlar Doğu Kilisesi’ni oluştururken, Roma İmparatorluğu’nda yaşayanlar Batı Kilisesi’ni oluşturuyordu. Ancak, kilise içinde zamanla iki ana neden yüzünden anlaşmazlıklar baş göstermiştir.

Birinci neden, Bizans İmparatorluğu’nun Doğu halklarına uyguladığı baskılar ve çıkarlarına yönelik politika oyunlarıydı. İkinci neden ise, Süryani kökenli olan İstanbul Patriği Nasturius’un, genel kilise anlayışına ters düşen öğretileriydi. Bu sebeplerden ötürü, kilise bölünmeye gitmiş ve Nasturius’un öğretilerini kabul eden Süryaniler tarihte “Nasturiler” olarak anılmaya başlanmıştır.

1445’te Nasturilikten ayrılıp Katolik inancına geçerek Papalığa bağlanan Kıbrıs Nasturi Metropoliti Timotheos ve takipçileri, Papa IV. Evgin tarafından “Keldani” olarak adlandırılmış ve bu grup “Keldani Kilisesi”ni kurmuştur. Süryanilikteki bir başka bölünme ise M.S. 451’de Kadıköy Konsili sırasında yaşanmıştır. Bu konsildeki politik ve yerel sürtüşmeler, Süryanilerin ikiye ayrılmasına yol açtı.

Bizans İmparatoru Markian’ın baskıları sonucu, Kadıköy Konsili kararlarını kabul eden ve atalarına ait inançları önemsemeyen Süryanilere “Malkoye Melkit” denilmiştir; bu topluluk zamanla Rum Ortodoks olarak tanınmaya başlanmıştır. Malkoye Melkit topluluğu, VII. yüzyılda Lübnan’daki Mor Marun Manastırı rahiplerinin, Melkit Patriği Maksimus’un öğretilerine karşı çıkarak “Maronit Patrikliği”ni kurmalarıyla bir kez daha bölünmüştür. 13. yüzyılda Papalık’la birleşmiş olan bu yeni patriklik, zamanla bağımsızlığını ilan etmiştir. Ayrıca, Rum Ortodoks (Melkit) Kilisesi’nin bazı üyeleri de, başka bir anlaşmazlık sonucu Roma Papalığı’na katılarak 1724 yılında “Rum Katolik” adını almışlardır. Süryani Ortodoks Kilisesi, 18. yüzyılda bir bölünme daha yaşamış, bu bölünmede Episkopos Mihael Carve önderliğinde bir grup Süryani Papalığa bağlanarak “Süryani Katolik” ismini almıştır.

Süryani Ortodoks Kilisesi’nin Patriklik Merkezleri

İlk Süryani Patrikliği merkezi, M.S. 37-43 yılları arasında Mor Petrus (Şemun) tarafından Antakya’da kurulmuştur. 518 yılına kadar burada kalan Patriklik merkezi, ardından çeşitli yerlerde geçici olarak faaliyet göstermiştir. 969 yılında Patrik VII. Yuhanna döneminde Malatya’ya taşınmış, 1058’de Melkit Rum Ortodokslarının baskıları nedeniyle Diyarbakır’a alınmıştır. 1293 yılına kadar hem Diyarbakır hem de Deyrulzafaran manastırı kullanılmıştır. 1293’te Patrik İğnatiyos Bin Vahip, Deyrulzafaran’ı kalıcı merkez olarak belirlemiştir. 1932’de Humus Metropoliti Efrem Barsavm Patrik olunca Suriye’nin Humus şehrine taşınmış, 1959’da Patrik İğnatius III. Yakup, Şam’a taşınmıştır ve günümüzde Patriklik merkezi hala Şam’dadır.

Süryani Ortodoks Kilisesi’nin Tarihsel Gelişimi

Süryani Ortodoks Kilisesi, Roma İmparatorluğu’nun başkentlerinden biri olan Antakya’da kurulmuştur. Bu dönem, Helenistik kültürün önemli merkezlerinden biri olan Antakya’nın, Hıristiyanlığın ilk yıllarında da önemli bir rol oynamasına neden olmuştur. Hıristiyanlık, Kudüs’ten sonra Antakya’da yayıldı ve Süryani Ortodoks Patrikliği, Doğu’nun gerçek kilisesi olarak inançlarını geniş bir coğrafyaya yaydı.

İsa’nın öğretilerinin yayılmasıyla, Hıristiyanlık inancına sahip ilk düzenli topluluklar Mor Yakup’un liderliğinde oluştu. Bu topluluk, Kutsal Ruh’un inmesiyle gerçek bir kilise haline gelerek, Kudüs Kilisesi’nin ilk örneğini oluşturdu. Ancak Kudüs’teki topluluk, zamanla baskılar nedeniyle dağılmak zorunda kaldı ve bu da Antakya’daki ilk Hıristiyan topluluğun oluşmasına yol açtı. Antakya’daki bu topluluk, Hıristiyanlık adını ilk kez burada benimsedi ve 37 yılında Mor Petrus (Şemun) tarafından “Antakya Elçisel Kürsüsü” kuruldu.

Bu süreçle birlikte, Antakya Kilisesi, “Ana Kilise” olarak Kudüs Kilisesi’nden sonra kurulan ilk Hıristiyan kilisesi oldu. İlk olarak Yahudi kökenli Hıristiyanlarla putperest kökenli Hıristiyanları birleştiren bu kilise, Doğu Hıristiyanlığının merkezi haline geldi. Kudüs Kilisesi’nden sonra, Antakya Kilisesi’nin yönetim merkezi olarak kabul edilmesi, büyük bir öneme sahiptir.

Antakya Kilisesi’nin ilk zamanlarında, Yahudi kökenli Hıristiyanlar ve putperest kökenli Hıristiyanlar arasında vaftiz meselesi nedeniyle anlaşmazlıklar çıktı. Bu sorunların çözülmesi amacıyla M.S. 51’de Kudüs’te ilk Hıristiyan Konsili toplandı ve bu konsil, putperest kökenli kişilerin vaftiz olabilmesi için sünnet olmasına gerek olmadığına karar verdi. Bu karar, putperest kökenli Hıristiyanların Musa Yasası’ndan kurtulmalarını sağladı.

Antakya Kilisesi’nin misyonerlik faaliyetleri, İsa’nın öğretilerini yayma amacını taşıyarak, bölgedeki Hıristiyan nüfusunun artmasına katkı sağladı. Kilise, Roma İmparatoru tarafından sürekli tehdit altında olsa da, çalışmalarını sürdürmeye devam etti ve Antakya, tarihsel olarak Hıristiyanlığın en önemli merkezlerinden biri olarak kalmaya devam etti.