Sultan Fatih ve Dini Hoşgörü
Sultan Fatih’in İstanbul’u fethetmesinin ardından, Bizans İmparatorluğu’nun sona erdiği dönemde, İstanbul’daki Hristiyan nüfusa karşı gösterdiği hoşgörü ve dini özgürlükler, Osmanlı İmparatorluğu’nun adalet anlayışını yansıtan önemli bir örnektir. Fatih Sultan Mehmed, fetih sonrası İstanbul’da yaşayan Hristiyanların dini inançlarını ve ibadetlerini özgürce yerine getirmelerine izin vermiş, Patriklerini de görevinde tutarak, dinî özgürlükleri güvence altına almıştır. Bu yaklaşım, sadece siyasi bir zafer değil, aynı zamanda kültürel ve dini çeşitliliği koruma adına da önemli bir adım olmuştur.
O dönemde bazı çevreler, Sultan Fatih’in bu hoşgörüsüne itiraz ederek, İslamiyet’in güç ve yüksekliğini pekiştirmiş bir devletin, Hristiyanları ya İslam’a davet etmesi ya da kılıçtan geçirmesi gerektiğini savunmuşlardı. Bu tür itirazlara karşı Sultan Fatih, verdiği cevapla İslam’ın temel prensiplerini vurgulamıştır. Sultan Fatih, “Din-i Islamı Hazreti Şari’den ziyade himaye etmek iddiasında bulunmak ne büyük vazifesizliktir.” diyerek, İslam’ın asıl öğretilerinin insanlara inançlarında hürriyet tanıyan bir din olduğunu ifade etmiştir. Bu açıklama, sadece kendi fetih anlayışının değil, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş felsefesinin de bir yansımasıydı.
Sultan Fatih’in bu cevabı, hem dini özgürlük hem de adalet anlayışının ne denli derin olduğunun bir göstergesidir. İslam’da inanç özgürlüğü, insanların kendi iradeleriyle din seçme haklarını tanımak esastır ve Fatih, bu ilkeyi benimseyerek, fethettiği topraklarda da adaletin ve hoşgörünün hakim olmasını sağlamıştır. Bu tavır, aynı zamanda Osmanlı’nın farklı din ve kültürleri bir arada barındıran bir imparatorluk olarak gelişmesini sağlayan temel prensiplerden birini oluşturmuştur.