İlk Müslümanlar ve İslam Devletinin Kuruluşu
Peygamberimize, 40 yaşında iken, Hira Mağarası’nda, Allah’ın peygamberlere vahiy göndermekle görevlendirdiği Cebrâil (a.s) tarafından kendisine ilk vahiy getirildi. Bu vahiy, Alak Sûresi’nin ilk beş âyetiydi. Artık O, insanları hak din olan İslam’a çağırma görevini üstlenmişti. Bu göreve, önce yakın çevresindeki ve hak davaya eğilimli olan insanlardan başladı. İlk olarak eşi Hz. Hatice, sonra Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, Zeyd b. Hârise gibi isimler İslam’a iman ettiler. Ardından Hz. Ebû Bekir’in aracılığıyla birçok önemli şahsiyet, İslam’ı kabul etti.
Hz. Peygamber ilk üç yıl boyunca davetini gizli olarak sürdürdü. Bu gizlilik, İslam’ın esaslarının karmaşık ve anlaşılmaz olmasından değil, daha çok Müslümanların maruz kaldığı düşmanlıklar ve zulüm nedeniyle, davanın zarar görmemesi içindi. Bu dönemde, Hz. Peygamber’in İslam’a ilk inanan topluluğu, Dâru’l-Erkam’da bir araya gelerek bu değerli dinin temellerini atmışlardı.
Bu ilk yılların sonunda, Kureyş’in İslam’a karşı gösterdiği baskılar artınca, Hz. Peygamber ve sahabeleri, daha fazla zulüm görmemek için, çeşitli çarelere başvurdu. Müslümanlar, ilk olarak Habesistan’a göç ettiler. Bu dönemde, Hz. Peygamber ve yakınları, ciddi sıkıntılar ve zorluklarla karşılaştılar. Ancak İslam’a olan bu baskılar, hak dinin yayılmasına zemin hazırladı. Örneğin, Ebû Cehil gibi müşriklerin, Hz. Peygamber’e karşı gösterdiği düşmanlık, önemli şahsiyetlerin İslam’a girmesine vesile oldu. Hz. Hamza ve Hz. Ömer gibi önemli şahsiyetlerin müslüman olmaları, Mekke’deki müslümanlara büyük moral oldu.
Bunun yanı sıra, Müslümanlara karşı uygulanan boykot, üç yıl boyunca devam etti. Bu zorlu süreç, Hz. Peygamber ve takipçileri için büyük bir sıkıntı kaynağıydı. Ancak, bu sürecin sonunda, Hz. Peygamber iki yakınını—Hz. Hatice ve amcası Ebû Tâlib’i—kaybetti. Bu kayıplar, İslam davetinin Mekke’de daha da zorlaşmasına yol açtı. Ancak bu zorluklar karşısında, Hz. Peygamber, başka bölgelerden insanları İslam’a davet etmeye devam etti.
Tâif’te yaşadığı olumsuz tecrübeler, Hz. Peygamber’i sarsmamış, aksine İslam’ın yayılmasını sağlamak için daha çok çaba göstermeye sevk etmiştir. Bu dönemde, İslam’ın en büyük mucizelerinden biri olan İsra ve Miraç hadisesi yaşandı. Bu mucize, Hz. Peygamber’e hem manen bir güç kazandırmış hem de onu teselli etmiştir.
Sonraki yıllarda, Medine’den gelen iki heyetle yapılan görüşmeler sonucunda, İslam’ın yeni bir dönemi başlamış oldu. Müslümanlar, Medine’ye göç etmeye ve burada yeni bir devlet kurmaya karar verdiler. Bu karar, Mekkeliler tarafından fark edildi ve Hz. Peygamber’in öldürülmesi için bir komplo kuruldu. Ancak, Allah’ın yardımıyla, Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir, gizlice Medine’ye göç ettiler.
Medine’ye geldiklerinde, Hz. Peygamber, oradaki Müslümanlarla birlikte İslam devletinin temellerini atmaya başladı. Medine’deki ilk adımları, toplumsal düzeni kurmak, İslam’ın öğretilerini yerleştirmek ve Müslümanlar arasında kardeşlik bağlarını güçlendirmekti. Bu amaçla, Ensâr ve Muhâcirûn arasında kardeşlik ilişkisi kuruldu, Mescid-i Nebevî inşa edildi ve İslam toplumu için bir anayasa hazırlandı.
Medine dönemi, İslam’ın sadece bir inanç olarak değil, aynı zamanda bir devlet olarak varlık kazandığı dönemi işaret eder. Hz. Peygamber’in önderliğinde, İslam devleti hızla büyüdü ve güç kazandı. Artık, Medine, İslam’ın siyasi merkezi haline gelmişti. Bu dönemde, İslam sadece bir inanç olarak değil, aynı zamanda bir devlet düzeni, hukuku ve toplumsal yapıyı da kurmuştu.